Birleşik Krallık’ın Nükleer Caydırıcılığı: Amiral Radakin’den Stratejik İçgörüler
İngiltere’nin Nükleer Caydırıcı Gücü: Stratejik Bir Genel Bakış
İngiltere’nin Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü (RUSI) bünyesinde 4 Aralık 2024 tarihinde gerçekleştirilen yıllık Savunma Şefleri (CDS) konuşmasında, Amiral Sir Tony Radakin, İngiltere’nin nükleer caydırıcı gücünün mevcut jeopolitik ortamda kritik bir rol oynadığını vurguladı. Radakin, “İngiltere’nin nükleer caydırıcı gücü, envanterimizin Rusya’nın en çok farkında olduğu ve [Rusya Devlet Başkanı Vladimir] Putin üzerinde diğer her şeyden daha fazla etki yaratan tek kısmıdır.” ifadelerini kullandı. Ayrıca, hükümetin ülkenin hem denizaltılarını hem de başlıklarını yenilemek için önemli kaynaklar yatırma taahhüdünü dile getirerek, “Önceden, hükümetler doğru bir şey yaptıklarına inanıyordu. Şimdi gerçekten doğru bir şey yaptıklarını biliyorlar.” dedi.
İngiltere’nin nükleer caydırıcı gücü, dört adet Vanguard sınıfı nükleer enerjili balistik füze denizaltısından (SSBN) oluşan bir filosuna dayanmaktadır. Bu denizaltılar, her zaman bir geminin devriye gezmesini sağlamak amacıyla sürekli denizde caydırıcılık (CASD) politikası altında faaliyet göstermektedir. Her bir konuşlandırılmış SSBN, tekne içindeki on altı füze tüpünde bulunan sekiz Trident II D-5 denizaltından fırlatılan balistik füzeyi (SLBM) taşıyacak şekilde 40 başlık kapasitesine sahiptir. Amiral Radakin, operasyon ‘Relentless’ kapsamında, İngiltere’nin bu CASD döngüsünü neredeyse 55 yıldır sürdürdüğünü belirterek, bu taahhüdün giderek daha istikrarsız bir küresel ortamda önemini vurguladı.
İngiltere, geleceğe hazırlanırken, Vanguard sınıfı denizaltıların yerini almak üzere, 2030’ların başında birer birer devreye girecek dört yeni Dreadnought sınıfı SSBN inşa etme sürecindedir. Stratejik caydırıcılık kapasitesinin yenilenmesi, Amiral Radakin’in “kariyerimizde bildiğimizden daha tartışmalı, daha belirsiz ve daha tehlikeli bir dönemdeyiz.” olarak tanımladığı bir zamanda gerçekleşmektedir.
Amiral Radakin, nükleer alandaki ortaya çıkan zorlukları, ‘üçüncü nükleer çağ’ın başlangıcını belirterek tanımladı. “Birinci nükleer çağ – Soğuk Savaş – iki karşıt blok tarafından, kontrol edilemeyen tırmanma riski ve caydırıcılık mantığı ile tanımlanıyordu. İkinci nükleer çağ, silahsızlanma çabaları ve yayılmayı önleme ile yönetiliyordu. Ancak, daha karmaşık bir üçüncü nükleer çağın eşiğindeyiz.” dedi. Bu yeni çağ, birden fazla eş zamanlı ikilem, yaygınlaşan nükleer ve siber teknolojiler ve daha önce var olan güvenlik mimarilerinin önemli ölçüde yokluğu ile işaretlenmektedir.
Çeşitli devlet aktörlerinin neden olduğu nükleer güvenlik zorluklarını ele alırken, Amiral Radakin dört ana ülkeye dikkat çekti. “Rusya’dan, Ukrayna’daki savaşı etrafında taktik nükleer kullanımına dair çılgın tehditler, büyük ölçekli nükleer tatbikatlar ve NATO ülkelerine yönelik simüle edilmiş saldırılar gördük; bunların hepsi, istikrarı korumak için gerekli adımları atmamızı engellemeye yönelik tasarlanmıştır.” dedi. Ayrıca, Çin’in nükleer genişlemesini Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı ‘iki eşit’ bir meydan okuma olarak gösterirken, İran’ın nükleer enerji programı ile ilgili Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile işbirliği yapmamasından endişe duyduğunu belirtti. Ayrıca, Kuzey Kore’nin balistik füze geliştirme çalışmaları ve öngörülemez davranışlarının hem bölgesel hem de giderek küresel tehditler oluşturduğunu ifade etti.
Amiral Radakin, Rusya, İran ve Kuzey Kore arasındaki artan güvenlik işbirliğine de dikkat çekerek, küresel jeostratejik ortamda önemli bir değişime vurgu yaptı. Rusya ve Kuzey Kore arasındaki derinleşen ilişkilerin, kritik teknoloji ve uzmanlık değişimine yol açabileceği konusunda uyardı.
Bu gelişmeler ışığında, Amiral Radakin, güçlü konvansiyonel ve nükleer caydırıcılığın sürdürülmesinin önemini pekiştirdi. Bu durum, üçüncü nükleer çağda değişen güç dinamikleri ve artan jeopolitik rekabet ortamında stratejik caydırıcılık ve güven sağlamak için gereklidir. İngiltere için, nükleer bir güç olarak ulusal gücü sergilemek ve daha geniş bir kararlılığı göstermek, caydırıcılık duruşunun hayati bileşenleridir.
Sonuç olarak, küresel istikrarsızlığı, özellikle Rus tehdidini ele almak, hem ulusal hem de NATO düzeyinde güçlü bir caydırıcılık taahhüdü gerektirmektedir. Amiral Radakin, “NATO’nun caydırıcılık stratejisi işe yarıyor ve çalışıyor, ancak daha tehlikeli bir Rusya’ya karşı güçlü tutulmalı ve güçlendirilmelidir.” şeklinde bir değerlendirmede bulundu.